Ebeveynler veya çocuğun bakımından sorumlu kişiler, bir çocuğu yetiştirmek için çok fazla çaba harcarlar. Maddi-manevi yük, kaygı, korku, yetersizlik duygusu, ebeveyn olarak başarısız olma kaygısı hep çocuklarımız için en iyisini istediğimizdendir. En iyisini isteme nedenimiz ise onun hayatta mutlu ve huzurlu olmasını sağlamaktır. Hepimiz için mutluluğa giden yol farklıdır ama herkesin kendi kafasında mutluluk formülleri, “şu olsaydı çok mutlu olurdum”, “böyle olsaydı huzurum yerinde olurdu” gibi düşünceleri vardır. Çocuğumuzu büyütürken de bu düşünceler etkilerini gösterir. Çoğunlukla çocuğumuzun bizim formülümüze uymasını veya bu formüle benzer bir yolda ilerlemesini isteriz. Ne de olsa denenmiş, tecrübeyle öğrenilmiş bilgiden oluşmaktadır. Peki ya öyle olmazsa? Çocuğunuz o yolu kabul etmezse? Öncelikle buna hakkı olduğuna içtenlikle inanıyor musunuz? Bu yazının amacı, çocuklarımızın bizden ayrı birer birey oldukları konusunda farkındalık kazandırmaktır. Tahmin ediyorum ki bir çoğumuz bunu zaten biliyor ve kabul ediyoruz. Burada esas amaç bu bireyseliğin sınırlarının ne olduğunu netleştirmektir. Üzerine yüklenen sorumlulukları kendi başına yerine getirmek ile tüm hayatının ve tüm seçimlerinin sorumluluğunu almak arasında büyük fark vardır.
Ailelerin öncelikle farkına varması gereken ilk temel esas çocuğumuzun bizim bir uzantımız, bu dünyadaki yansımamız olmadığıdır. Aileler özellikle bebeklik döneminde çocuklarından bahsederken “biz” ifadesini kullanırlar. “Dün sütümüzü içtikten sonra biraz hikaye kitabı okuduk, sonra uykuya daldık...” aslında haksız da değillerdir çünkü gerçekten pek çok aktivite bir arada yapılır. Fakat bu ince bir sınırdır. Her ne kadar ailesine bağımlı olsa da çocuk, ilk günden itibaren ayrı bir bireydir. “Biz” ifadesi ise bu ayrımı ortadan kaldırır. Hatta ailede yerleşik kullanım haline gelirse ilerleyen yaşlarda da çocuğun kendine güvenini, kendi kararlarını kendisinin verebilmesini tehlikeye sokar. 9 yaşında bir çocuğun velisinin çocuğun yanında “geçen hafta kuzenimizin doğumgünü vardı, ona katıldık.” gibi bir ifade kullanması, çocuğa “sen bağımsız bir birey değilsin” mesajı verir. Bu nokta da veli de, gerçekten, çocuğunu ayrı bir birey olarak görüp görmediğini, ona saygı duyup duymadığını sorgulamalıdır.
Çocuğumuz bizim beğenilerimizin minik ebatlı veya daha genç yaşlarda yansıması değildir. Alışveriş merkezlerinden birinde, şeker dükkanında 3,5 - 4 yaşlarında bir kız çocuğu gördüm. Babası olduğunu tahmin ettiğim biri önce “hadi bakalım, istediklerinden al” dedi. Küçük kız çakıl taşı görünümünde, yeşilli kahveli şekerlerden almaya başlayınca “onlar ne biçim öyle, bak şurada pembeler var, onlardan alsana “ diyerek müdahale etti ve sonunda küçük kız kendi beğendiklerini değil, babasının kendisi için uygun gördüğü şekerleri alarak oradan uzaklaştı. Yaşı kaç olursa olsun, çocuğumuz her konuda kendi beğeni ve zevklerine sahiptir. Onu korumak ve bu dünyanın daha tecrübeli bir üyesi olarak ona yol göstermeye çalışmak, onu istediğimiz gibi şekillendirme hakkını bize vermez. Esas yapılması gereken, mümkün olan seçenekleri ona göstermek ve kendisine uygun olanı seçtiğinde hoşumuza gitse gitmese de seçimine saygı duymaktır.
Çocuğumuz, bizlere bahşedilmiş ikinci bir hayat değildir. Kendi hayatımızda yapmak isteyip de yapamadıklarımızı ona yaptırmaya çalışmak veya kendi hayatımızda doğru gördüklerimizi koşulsuz şartsız ona da empoze etmeye çalışmak hem onu hem bizi yorar. Birgün karşımıza çıkıp kendimizi adadığımız siyasi görüşün tam zıttını savunabilir, hayalini kurduğunuz, gururlandığınız, onun için en iyisi olduğuna inandığınız okulunu terk ettiğini söyleyebilir veya cinsel tercihlerinin farklı olduğunu belirtebilir. Bunlar anne-babalar için zor sınavlardır. Çocuğunuzu, hayalinizdeki gibi olmadığında da sevmeye devam edebiliyor musunuz yoksa düşündüğünüz gibi olmadığı için ona kızıyor musunuz? İşte bu kısım, ebeveynin kendisi ile olan sınavıdır.
Sizin mutluluk tanımınız çocuğunuz için geçerli olmayabilir. Çoğunlukla ailelerin mutluluk planları “iyi” bir eğitim, “iyi” bir iş, “iyi” bir eş ve çocuklardan oluşur. Mevki ve para sahibi olmak, düzenli bir aile hayatına sahip olmak mutluluğun anahtarı gibi görülür. Bu geleneksel görüşler çocuğa da aktarılır. Bu nedenle de çocuk, gerçekten ne iş yapmak istediğini sorgulamaz bile. Puanının yettiği en yüksek okula gider çünkü en yüksek en iyi, en iyi en mutluluk verici demektir. Hayatta yanlız kalmak ürkütücüdür, herkesin bir hayat arkadaşı olmalıdır. O yüzden uygun yaşa geldiğinde ya evlendirilir ya da karşısındakinin kendisine gerçekten uygun olup olmadığını sorgulamadan evlenir, aşkı beklemek için zaten vakit yoktur. Kimisi, bunlarla gerçekten mutlu da olur. Bu düzeni sorgusuz sualsiz kabul eden veya bu düzenin kendine uymadığını bildiği halde çevre baskısı nedeniyle ayak uydurmaya çalışan bir çocuğun mutluluğundan şüphe edilebilir.
Çocuğumuz, hayalimizde canlandırdığımız “ideal” insan olmak zorunda değil. Eğer bize göre iyi işler yapıp başarı sağladığında gururlanıyor, bizim hayat görüşümüze göre kötü veya akıllıca olmayan işler yaptığında yeriyorsak, hatta kavga ediyorsak, çocuğumuzu mu yoksa yaratmaya çalıştığımız “ideal” insanı mı sevdiğimizi düşünmemiz gerekir. Bu konu maalesef ki çocuk yetiştirenler için itiraf etmesi ve kabul etmesi zor bir durumdur. Çünkü yıllarca süren emek, özveri, kaygı, maddi-manevi yıpranma sonunda hoşumuza giden bir sonuç elde etmek isteriz. Bizim yaptığımız hataları yapmasın, “doğru” yolda ilerlesin isteriz. Oysa kendi hayatı üzerinde karar verecek kişi kendisidir. Bu karar hiç hoşumuza gitmeyebilir ama hayat onu hayatıdır ve yönetimi onun devralması gerekir.
Çocuklarımız için en iyisini istiyorsak, yapabileceğimiz en etkili şey kendilerini keşfetmelerine yardımcı olmaktır. Neleri severler, neleri sevmezler, nasıl bir meslek onları mutlu eder (hangi meslek değil), kendileri için nasıl bir hayat düşlüyorlar, bu hayat gerçekten gözüktüğü gibi mi, artıları, eksileri neler... Daha sonra, çocuğumuzun verdiği kararlara saygı duymak gelir. Ondan daha tecrübeli kişiler olarak hayat deneyimlerimizi ona aktarabiliriz ama kendi hayatını bu tecrübelere göre şeklillendirmek tamamen ona kalmıştır. İsterse uyar, istemezse uymaz. Nitekim sonuçları iyi de olsa, kötü de olsa onun sorumluluğu ve onun kararıdır. Kısacası ebeveyn olmak gerçek bir hoşgörü ve koşulsuz sevgi gerektirir. Önemli olan çocuğa, içtenlikle, “Bu hayat senin. Hayatınla ilgili kararları verecek kişi sensin. Takıldığında veya yardıma ihtiyaç duyduğunda yanında olacağım ama son sözü hep sen söyleyeceksin. Verdiğin bazı kararlar hiç hoşuma gitmeyebilir. Bu fikirlere alışmak benim için kolay olmayabilir. Böyle durumlarda sen de bana anlayış göster. Sana saygı duyduğumu ama uyum sağlamak için zamana ihtiyaç duyduğumu bil. Unutma, bu hayat senin.” diyebilmektir.
Son olarak, çocuk yetiştirmek kişinin kendiyle olan sınavıdır. Eğer ki cesur olmayı başarabilirse kendisiyle yüzleşmesini sağlar. Çocuğunuzun hoşunuza giden ve gitmeyen özelliklerini düşünün, hatta yazın. Sonra bu özelliklerin size nasıl duygular hissettirdiklerini, neden böyle hissediyor olabileceğinizi düşünün. Kendi aileniz, yetiştiğiniz toplum, dünyaya bakış açınızı şekillendiren olaylar... Bu kadarcık bir çalışma bile kendinizle olan farkındalığınızı arttırır. Sizin için çok iyi olan bir özelliğin başkası için katlanılmaz, başkası için iyi bir davranışın sizin için çok sinir bozucu olabileceğini unutmayın. “Ama böyle bir davranışta herkes aynı hisseder” demeden önce iki kere düşünün. Dünyanın 190’dan fazla ülkesinde milyarlarca çocuk yetiştiriliyor. Gerçekten hepsinin ebeveynleri aynı davranışlardan mı rahatsız oluyor veya aynı davranışları mı beğeniyor? Bizlerin çocuklarımızı eğittimiz kadar, eğer izin verirsek, onların da bizleri eğitebileceklerini unutmayın.